HERŞEY AYDINLANDI
Herşey Sokrates le başladı, onun kışkırtıcı savı "Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez." ile. Immanuel Kant'ın rehberliği ve öğretisinin ışığında yöntemi denemeye başladım.
Önce optimist bir bakış, tıpkı Leibniz gibi "Mümkün olan dünyaların içinde en iyisi bulunan dünyamızda herşey, mümkün olanların içinde en iyisidir." O halde olası en iyi dünya, en iyisi bu olmalı diye düşündüm. İnsanların önce yaşadığımız ülkede, sonra çevremizdeki dünyada yaptıklarına bakınca, karamsarlık çöktü içime.
Ve bir anda Freud. "Her insanın zihin derinliklerinde saklı, ilkel ve saldırgan güçler," keşfettiğini söylüyordu. Bu güçler kontrol edilmediği taktirde, bireyler ve toplum kaos içinde yok olmaya sürüklenebilirdi." Edgar Allan Poe hikayesinden az önce çıkmış gibiydim.
Tam bu sırada Kant elini omuzuma koyup ilerlemem konusunda cesaretlendirdi beni sağolsun. Endişe anında insan nasılda kontrolsüzleşiyormuş meğer.
Devam ettim, Karl Marx haklı olabilirdi. Dünya kocaman bir kapalı çarşı haline gelmişti belkide. Herşey alınıp satılabilirdi, hatta fikirler, düşünceler bile. Büyük kapitalist düzen ve tek önemli, geçerli şey kullanım ve değişim değeri miydi?
Sonunda Hobbes'a kadar geldim. Şöyle yazıyordu İngiliz felsefeci "Herhangi iki kişi aynı şeyi arzu ederse ve ikisi birden o zevke ulaşamazlarsa, onlar birbirlerine düşman olur ve birbirlerini yok etmek ya da boyun eğdirmek için uğraşırlar." Nasıl yani? Her eylem bencilce bir eylem miydi, davranışlar özegeci gözükse de aslında bu davranışların altında bencilce güdüler yattığı konusunda ki direnmesinde haklı olabilir miydi? Karl Marx la birleştirince korkunç sonuçlar çıkabilirdi ortaya ve Freud'a hak vermek gerekebilirdi. Belki de o noktadaydık şimdi, tüm dünya olarak.
Bu olayın buraya gelebileceğini biliyordum, evet Schopenhauer'den bahsediyorum. Hiç şaşırtmayacak şekilde Schopenhauer, Leibniz'in iyimser görüşüne karşı çıkmıştı. Hatta "Saçmalığın dik alası bu," diye yazmıştı. Onun ileri sürdüğü sav ise dünya bundan daha kötü olamazdı. Hatta bununla da kalmayıp, "Dünya korkunçtur. Eğer o ve biz hiç var olmasaydık daha iyi olurdu." gibi farklı bir sonuca götürdü. Şu anda bende o kıyılarda geziniyorum işin doğrusu.
Ama tam da düşüncenin o anında karşılaştığım kişi yüreğime su serpti. A. J. Ayer. Tartışılacak bir şey yok, "Bir şeyin doğru ya da yanlış olduğu konusunda uygun bir tartışmaya giremezsiniz." Çünkü bu anlamsızdır dedi. Öylesine rahatlamıştım. Belki bende söylemek istediğini kendi çıkarıma, çarpık olarak anlamışta olabilirim. Sonuçta gerçeğe karşı ayakta kalabilmek için yalan güçlü bir afyondur.
Sürekli tartışmaktan yoruldum. Biraz durup dinlenmek isteyip gözlerimi kapattığım anda zihnimin ortasında Şems aydınlandı, ismine yaraşır şekilde. Kurallarından birini hatırlattı bana. "Ne yöne gidersen git, doğu, batı, kuzey ya da güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün' Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır." Az önce ki yorgunluk şimdi kendini büyük bir zindeliğe bırakmıştı.
Ah Sokrates, niçin böyle söylediğini şimdi daha iyi kavrıyorum. Ve huzur içinde yatsın Shakespeare, "Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu."
Samet Erkut